İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ), 29 Ekim Cumhuriyet Bayramının 97. Yılını Kutladı

Türkiye'de "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir." kuralını devlet yönetimine yerleştiren ve demokrasiyi taçlandıran cumhuriyetin ilanının 97. yılı İstanbul Kültür Üniversitesi'nde düzenlenen etkinlikler ile kutlandı.

Yeni Koronavirüs Pandemisi (Covid-19) nedeniyle sosyal mesafe kuralları gözetilerek 28 Ekim Çarşamba günü saat 10.15’te Ataköy yerleşkesi ön bahçede İstiklal Marşı’nın okunması ve Atatürk Anıtı’na çelenk takdimi ile başladı.

Rektörümüz Prof. Dr. Erhan Güzel ve Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Nihal Sarıer, dekanlarımız, akademik ve idari personelin katılımı ile Akıngüç Oditoryumu ve Sanat Merkezinde devam eden programın açılış konuşmasını Rektörümüz Prof. Dr. Erhan Güzel yaptı.

“Milli İradenin Tescili Cumhuriyet”

Oğuzhan Gergin

Programın devamında kürsüye çıkan Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 3. sınıf öğrencilerimizden Oğuzhan Gergin, “Milli İradenin Tescili Cumhuriyet” başlıklı konuşmasını yaptı.

Cumhuriyetçilik; bir devlet ve hükümet şekli olarak egemenliğin bir kişi veya zümreye değil, toplumun tümüne ait olmasını ifade eder. Cumhuriyetçilik, Atatürk’ün devlet anlayışının temeli olan milli egemenlik ilkesi ile iç içedir. Onun tabii sonucudur. (Özbudun, 1987:43) 
Cumhuriyet, yalnızca bir devlet ve hükümet şekli değildir. Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi ifadesi ile “en büyük eseri”dir. En önemlisi cumhuriyet ile Ulu Önder, Türk milletini istiklale kavuşturmuştur. “Nutuk” adlı eserinde istiklalin önemini şu sözleriyle anlatmaktadır: "Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklalden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez."

Cumhuriyet, halk için ilan edilmiş ve halkın egemenliğine sunulmuştur. Bu noktada da “demokrasi” kavramı devreye girer. “Atatürk’e göre ‘Demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli, cumhuriyettir.” (Eroğlu, 1989: 1) 
Cumhuriyet millet iradesine dayanan bir rejimse; demokrasi de devletin en üst makamından en alt makamına kadar halk iradesinin egemenliğini temel alır. Yani, egemenlik kayıtsız şartsız millete ait bir yetkidir.

Cumhuriyet, yalnız bir devlet şekli olmayıp aynı zamanda bir devrimdir, bir çağdaşlaşma projesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün daha kurtuluş mücadelesine başlamadan önce, kurulacak devletle ilgili düşünceleri; tam bağımsız, halkın egemenliğine dayanan, çağdaş, laik bir hukuk devleti olacağıdır. Yapılan devrimlerle ilgili olarak; “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna geçirmektir. Devrimlerimizin temel dayanağı budur.” demektedir.     

Cumhuriyet, Türk milletine özgürlüğü, yenilikleri ve gelişimleri, eğitimi ve daha birçok hizmeti, birçok olanağı sunmuştur. Cumhuriyet, Türk milletine özgürlüğü ve eşitliği vermiştir. Özellikle eşitlik adına yaptığı yenilik, söz edilmeden geçilemeyecek bir yeniliktir. Ulu Önder, kadınları da devlet yönetimine katmıştır. Böylece kadın ile erkeğin eşit haklara sahip olmasını sağlamıştır. Yani Cumhuriyet, Türk halkına eşitliği ve adaleti getirmiştir. 

Cumhuriyetin sahip olduğu tüm bu değerleri korumak ve Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak en önemli görevlerimizdendir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bir makalesinde şöyle demiştir: “Genç, Harbiyeli Mustafa Kemal, cumhuriyetçiliği kimden öğrenmiştir?” Mustafa Kemal Atatürk, öğrencilik yıllarından itibaren çok sayıda okuyan ve araştıran bir kişiliğe sahiptir. Cumhuriyet düşüncesini de gençlik döneminde yaptığı okumalardan öğrenmiştir. Örneğin Fransız yazar J.J. Rousseau, özgürlükçü bir toplumun siyasal rejiminin cumhuriyet olması gerektiğini düşünen bir yazardır. J.J. Rousseau’nun eserlerini okuyan Mustafa Kemal Atatürk, bu düşüncelerinden şüphesiz ki etkilenmiştir. 

Ayrıca Namık Kemal, Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret gibi önemli yazarlarımız da Ulu Önder’in düşünce dünyasının oluşmasında oldukça etkili olmuşlardır. Atatürk, “Yatılı kaldığı askeri okullarda kendisini okuluna ve derslerine vermiştir. Bu dönemde sürekli okuyan, sorgulayan, fikir üreten biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta bir dönem kendi el yazısı ile gazete dahi çıkarmıştır.” (Duman, 2006: 251) Yani Mustafa Kemal, cumhuriyeti okumakla, sorgulamakla öğrenmiştir.
 
Ulu Önder, bir tek okumakla da kalmamıştır. Tüm bu okumaları ve araştırmaları ona öyle bir sorumluluk bilinci vermiştir ki, devletin durumu hakkında fikirlerini başkalarıyla tartışmış ve hatta cumhuriyet ve yenilik ideallerinden de bahsetmiştir. “Ali Fuat Cebesoy, ‘Sınıf Arkadaşım Atatürk’ adlı eserinde Atatürk’ün 1902 yılında henüz Harp Akademisinin birinci sınıfında bulunduğu sırada, Osman Nazmi Paşa ile Osmanlı Devleti’nin geleceği üzerinde yapmış olduğu bir konuşmayı naklederek Atatürk’ün batılı anlamda yönetimden bahsettiğini, inkılap sözünü dile getirdiğini belirterek dikkati çekmektedir.” (Eroğlu, 1989: 3)
 
Bu açıklamalardan başta kendim ve yaşıtlarım olmak üzere, Türk milleti olarak önemli bir mesaj çıkarmalıyız; her zaman çok okumalı, araştırmalı, tartışmalı ve düşünmeliyiz. Çalışmaktan ve araştırmaktan en çok uzak olduğumuz vakitlerde önderimizi hatırlamalı; ondan ilham almalı ve onu örnek almalıyız. 

Kendini eğitmeye ve fikirlerini geliştirmeye bir an bile ara vermeyen Mustafa Kemal Atatürk, gençlere de daima bunu öğütlemiştir. Bizim yaşımızdayken bunları yapmış, yıkılmakta olan devletini kurtarabilmek için düşünmeye başlamıştır. 

Bu fikirleri olgunlaştığında da bugünümüzü inşa etmeye başlamıştır. Bu inşayı da arkadaşlarına şöyle ifade etmiştir: “Bu dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan bir Türk Devleti çıkarma davasıdır.”

Cumhuriyet fikrini bir hayli benimseyen Mustafa Kemal, 1906 yılında Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin Selanik şubesini kurmuştur ve orada yaptığı konuşmada milletin zulüm altında mahvolduğunu, hürriyetin ve vatanı kurtarmanın gerekli olduğunu; en önemlisi “tarihin, evlatlarına bazı büyük vazifeler yüklediğini” anlatmıştır. Atatürk, bu konuşmasında yine gençlere bir ders vermiştir. 

25 yaşında iken yaptığı bu konuşmada, tarihin, evlatlarına verdiği vazifeler olduğundan bahsetmiştir. Cumhuriyeti ilan ettikten sonra gençlere emanet eden Mustafa Kemal, bize verdiği sorumluluğu daha cumhuriyeti ilan etme yolunun başındayken önce kendisi gerçekleştirmiş; bir Türk genci olarak vazifesini bilmiş ve vatanını kurtarmak için cesaretle ilerlemiştir.

Mustafa Kemal, kararlı yolculuğunun ilk adımını Samsun’a çıkarak atmıştır. Amasya Genelgesi’nde, milletin bağımsızlığının tehlikede olduğunu söylemiştir. İkinci maddede de merkezi hükümetin sorumluluğunu yerine getirmediğini söyleyerek ilk maddenin sebebini izah etmiştir. Nihayet üçüncü maddede, Cumhuriyet rejimini işaret eden bir cümle kurmuştur: “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Erzurum kongresinde de Cumhuriyet düşüncesini şöyle tekrarlamıştır: “Kuva-yı milliye’yi etkin ve “irade-yi milliye”yi hakim kılmak esastır.” İlk ciddi eylemini de Sivas Kongresi’nde İstanbul Hükümeti ile ilişkilerini keserek gerçekleştirmiştir.

1921’e geldiğimizde 1921 Anayasası’nda Mustafa Kemal, cumhuriyeti, milli iradenin tescili kılacağını anayasanın ilk maddesi ile kesin olarak ilan etmiştir: “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme gücü, yasama yetkisi, milletin tek gerçek temsilcisi olan Meclis’te ortaya çıkmış ve toplanmıştır.” Bu anayasayı çıkaran meclisin adında dahi Ulu Önder, milletinin adını anmadan etmemiştir: “Türkiye Büyük Millet Meclisi!”

Şüphesiz ki tüm bunlar gerçekleşirken ve hatta daha her şeyin en başındayken Mustafa Kemal’e engel olmaya çalışanlar, düşüncelerine karşı duranlar olmuştur. Fakat Ulu Önder, bu engeller ile yılmamış, çıktığı yolda emin adımlarla yürümeyi sürdürmüştür. “Nutuk” adlı eserinde Ulu Önder, bu durumu şöyle anlatmıştır: "Aciz ve korkak insanlar, herhangi bir felaket karşısında milletin de hareketsizliğe sürüklenmesine ve bir kenara çekilip kalmasına yol açarlar." Atatürk, bahsettiği korkak insanlardan, aciz insanlardan olmamıştır; mücadeleden asla geri durmayan bir lider olmuştur.  Ülkesini ve milletini korumak için bir an bile geri adım atmamıştır. Bu kararlı yolculukta nihayet 1923 yılına geldiğimizde Atatürk, artık cumhuriyet idealine bir hayli yaklaşmıştır.

28 Ekim 1923 akşamı Çankaya’da Mustafa Kemal, akşam yemeğinde bazı devlet görevlileriyle ve mebuslarla (milletvekilleriyle) bir araya gelmiştir. O gün yemek esnasında Mustafa Kemal, arkadaşlarına şöyle demiştir: “Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.” 
Bu fikre herkes katılmıştır. O gece Mustafa Kemal, İsmet İnönü ile birlikte bir kanun tasarısı hazırlamış ve ilk maddeye şu cümlenin eklenmesi uygun görülmüştür: “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli cumhuriyettir.” Ertesi gün, 29 Ekim 1923 Pazartesi günü, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Cumhuriyet’i ilan etmişlerdir!

Daha önce de belirttiğim gibi tüm bu süreçten çıkarmamız gereken bazı ödevler vardır. İçlerinden bir tanesini Mustafa Kemal, bir cümleyle bize ifade etmiştir: “Cumhuriyetimize vereceğimiz en büyük armağan, gençlerin eğitilmesi olacaktır.” Mustafa Kemal, başarılarını ve inkılaplarını sadece siyasi alanla sınırlı tutmamıştır. O, ülkesini muasır (çağdaş) medeniyetler seviyesine ulaştırmak için toplumun ihtiyaç duyduğu her alana inkılapları ile tesir etmiştir. Bunlardan biri de az önce okuduğum sözünden de malumdur ki, eğitimdir. 

Çağdaş bir medeniyet olabilmemiz adına Ulu Önder, yalnızca harf inkılabını gerçekleştirmemiştir; öğrencilere ilk olarak bizzat kendisi yeni alfabeyi öğreterek başöğretmenimiz olmuştur. Eğitime ve eğitimciye daima önem vermiştir. Onlara verdiği görevi de şu şekilde ifade etmiştir: “Öğretmenler! Yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır.” Kendisi başöğretmen olarak görevi gelecek nesildeki öğretmenlere teslim etmiş; yeni nesil, dil ve tarih bilinci ile yetişsin ve gelişsin diye Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunu da kurmuştur. Çünkü kendisinin de belirttiği gibi bir savaşı ordu, savaş meydanında ne kadar parlak bir zaferle kazanırsa kazansın bu zaferi “irfan ordusu” kalıcı kılar. 
Bizler bu “irfan ordusu”nun birer irfanlı, kültürlü ve bilinçli Türk gençleri olalım diye Mustafa Kemal, eğitimi hiçbir zaman göz ardı etmemiştir. Hatta bizlere o kadar güvenmektedir ki, şu sözüyle, tıpkı kendi gençliğinde tarihin ona verdiği sorumluluğun bilincine vardığı gibi, bizlere de bu bilinci ve sorumluluğu hatırlatmaktadır: “Gençler! Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz yaşatacaksınız.”

Tüm bu sözleri gibi, bir sözü daha vardır ki o sözün gerçekleşmesi bizi her 10 Kasım’da hüzne boğar. “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır...” Sözünün devamını getirdiğinde ise bugün 97. yılında olduğumuz günü hatırlatır. Bu sayede hüznümüz yerini gülümsemeye bırakır ve ona bir defa daha minnet duyarız: “Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Cumhuriyeti yaşatmak, Ulu Önder’in fikirlerini unutmamakla, tarihimizi unutmamakla mümkün olacaktır; onun ışık tuttuğu yolda, bu ışığı arkamıza alıp yürümekle, önümüze düşen gölgede onun suretini hissedebilmekle mümkün olacaktır. Çünkü o yolun önderi odur, onu ve fikirlerini daima takip etmek bizim sorumluluğumuzdur.

Samsun’dan Cumhuriyet’e; yolun başından yolun sonuna; ilk adımdan son adıma kadar hiç tereddüt etmeyen, aklındaki bağımsızlık idealinden bir an bile uzaklaşmayan, arkadaşlarıyla birlikte kahramanca tutumlarıyla ve çalışmalarıyla sayısız kahramanlığa imza atan, milletimizi ve geleceğimizi kurtaran Ulu Önder’imizin tüm bu emeklerini kime emanet ettiğini, az önce yalnızca bir kısmını okuduğum sözünü tamamlayarak ifade etmek; şahsıma ve tüm arkadaşlarıma bu sözü hatırlatmak ve bu vesileyle bir daha asla unutturmamak isterim: 

"Gençler, cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz."

Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’mız kutlu olsun!


“Cumhuriyetin Işığında Hukuk ve Hukuk Devleti”

Ceren Yıldız

Oğuzhan Gergin'in konuşmasından sonra söz alan İKÜ Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Ceren Yıldız ise “Cumhuriyetin Işığında Hukuk ve Hukuk Devleti” başlıklı konuşmasını yaptı.

Cumhuriyetin ışığında hukuk ve hukuk devleti başlıklı bu konuşmada, konunun içeriğini doğru bir şekilde ve kısıtlı bir zamanda ifade edebilmenin zorluğunun farkında olarak, konuyu üç ana başlık altında sizlere aktarmaya çalışacağım. Öncelikle cumhuriyeti kavram ve anlam bakımından bir hukukçu olarak ele aldıktan sonra, ikinci olarak cumhuriyetin ışığının hukuka yansıması olarak ifade edebileceğimiz hukuk devrimlerine kısaca değineceğim. Son olarak ise Anayasamızın 2.maddesinde cumhuriyetin niteliklerinden biri olarak ifade edilen hukuk devleti kavramını ele alarak, önemini vurgulamaya çalışacağım. 

I.    Cumhuriyet
Devletler, şekilleri yönünden cumhuriyetler ve monarşiler olmak üzere ikili bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Egemenliğin kime ait olduğu ya da egemenliğin kaynağı esas alınarak yapılan bu sınıflandırma çerçevesinde, egemenliğin tek bir kişiye ait olduğu devletler monarşi, egemenliğin halka ait olduğu devletler ise cumhuriyet olarak ifade edilmekteydi. Bu açıdan bakıldığında açıktır ki monarşi ve cumhuriyet birbirinin zıddı devlet şekilleridir. 

Cumhuriyet sözcüğü Fransız öğretisinde dar ve geniş anlamda olmak üzere iki açıdan tanımlanmıştır. Dar anlamda cumhuriyet, devlet başkanının veraset yoluyla değil, doğrudan ya da dolaylı olarak halk tarafından seçim esasına dayalı olarak göreve geldiği devlet şekli olarak tanımlanmaktadır.  Eğer cumhuriyet sadece bir devlet başkanının göreve geliş yöntemine indirgenirse hiç şüphesiz demokrasi ile doğrudan ve zorunlu ilişki kurulamaz. Geniş anlamda cumhuriyet ise sadece devlet başkanının göreve geliş yöntemiyle değil bunun yanı sıra devletin bir takım değerlere sahip oluşuyla tanımlanmaktadır. Bu çerçevede cumhuriyet egemenliğin topluluğa ait olduğu demokratik, laik, insan haklarını esas alan, siyasal iktidarın hukuk ile sınırlandığı ve hukuk çerçevesinde kullanıldığı, eşit yurttaşlığa dayanan bir devlet rejimi olarak tanımlanmaktadır. Doğal olarak da cumhuriyetin bu anlamı ile demokrasi arasında bir özdeşlik kurulmaktadır. 

Anayasalarında devlet şekli olarak cumhuriyete yer vermiş devlet yapıları incelendiğinde tek tip bir cumhuriyetin olmadığı görülmektedir. Cumhuriyet, ne devleti kendiliğinden laik kılmakta ne de demokrasiyle özdeşleşmektedir. Bu nedenle birbirinden değişik cumhuriyetlerin varlığı nedeniyle anayasalar cumhuriyetin türü, niteliği ve taşıdığı özellikleri ayrıca düzenleme gereği duymaktadır. Bu genel açıklamayı Türkiye özelinde incelemek gerekirse, Türkiye’de benimsenen cumhuriyet rejimi Anayasamızın 2. maddesinde ifade edildiği üzere, demokrasi, çoğulculuk, sosyal devlet, insan haklarına saygılı gibi temel ilkeleri de içeren bir siyasal rejimi anlatmaktadır.  Bu siyasal rejimi geniş tanımıyla ve nitelikleriyle ele alan Anayasamızın üstünlüğü dolayısıyla bağlayıcılığını anlamlı kılabilmek için cumhuriyetin hukuka “hukuk devrimleri” olarak yansımasının ele alınması gerekliliği açıktır. 

II.    Hukuk ve Hukuk Devrimi
I. Dünya Savaşının sonunda Osmanlı Devleti’nin “devlet olma” niteliğini kaybetmesiyle, siyasal egemenlik unsuru tamamen ortadan kalkmıştı. Atatürk’ün önderliğinde yapılan Kurtuluş Savaşı ile bir yandan eski yönetime ve bu yönetimin I. Dünya Savaşı sonrası kabul ettiği düzene başkaldırılmış, bir yandan da galip ülkelere karşı bir bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi gerçekleştirilmiştir. Atatürk bu büyük ve uzun mücadeleyi yürütürken, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini de atmıştır. Bu temel, ulusal egemenliğe dayanan bir “millî” meclisin kurulmasıyla başlamıştır. Meclis’in açılışı, yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşunu ifade ettiği gibi, BMM’nin 20 Ocak 1921’de kabul ettiği ilk Anayasanın 1. Maddesinde yer verilen, “egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu” ifadesi, egemenliğin meşruiyet kaynağının da açıkça ortaya konulmuş olması bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Bu doğrultuda mutlak biçimde ulusa ait olan egemenliğin bölünmesi mümkün olmayacağına göre, bu ilke ile “kutsal ve sorumsuz” padişahlık ve hilâfet kurumlarının bağdaşmayacağı da ortaya çıkmıştır. 

Yeni Türk Devleti ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerine dayandırılmıştır. Ulusal egemenlik az önce ifade ettiğimiz siyasal devrimlerle gerçekleştirilmişken, tam bağımsızlık ise ülkede yaşayan herkesin kanun önünde eşitliğini sağlayabilecek, tek ve güçlü bir hukuk sisteminin kurulmasını gerektirmiştir. 1922’de saltanatın kaldırılması, 1923’de bugün yıldönümünü kutladığımız cumhuriyetin ilânı ve 1924’de hilâfetin kaldırılması ile siyasal devrimler gerçekleştirilirken, lâik hukuk devriminin de ön hazırlıkları tamamlanmıştır. Atatürk’ün gerçekleştirdiği diğer devrimlerde olduğu gibi, hukuk devrimi de Türk milletine lâyık olduğu bağımsız, çağdaş, demokratik ve onurlu bir yaşam sağlama amacına yönelik olmuştur. 

Cumhuriyet ise bu sürecin şeklini değiştiren ve yönetim değişikliği esasına dayanan bir husustur. Türk Milleti’ni, çağdaş milletler ailesinin eşit bir ferdi yapmayı amaçlayan büyük bir devrimin omurgasıdır. Cumhuriyetin ilanın akabinde gerçekleştirilen 1923 tarihli Anayasa değişikliği ile “Türkiye devletinin şekl-i hükümeti cumhuriyettir” ifadelerine yer verilmiştir. Yeni kurulan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin, özellikle uygar ve güçlü devletler arasında saygın bir yer edinmesi ve onurlu bir millet olarak yaşaması, varlığını ve bağımsızlığını koruyabilmesi için ulusal egemenlik ilkesine dayalı Meclis ile teokratik devlet ve bu devlete dayalı hukuk sisteminin sürdürülemeyeceği tecrübe edildiğinden; kişi, toplum ve devlet hayatında çağa uygun birçok hukuki değişikliklerin yapılması gereği ve gerçeği ortaya çıkmıştır. 

Dönemin koşulları esas alınarak cumhuriyetin devraldığı hukuk sisteminin özelliklerini kısaca özetletmek gerekirse; bir hukuk birliğinden ve ihtiyaçları karşılayabilecek kanunların bulunduğundan söz etmek mümkün değildir. Bütün bu gerekçeler sonunda, Türkiye’nin yeni bir hukuk sistemi kurması ve bunun için de Batı hukukuna yönelmesi kaçınılmaz bir adım olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk tarafından köklü sonuçlara neden olacak bu adım atılırken, var olmak ve bağımsız yaşamak için modernleşmek ve kendi kaynaklarına dayanarak kalkınmak temel çözüm olarak görülmüştür. Bu nedenle devrimler gerçekleştirilirken ve kanunlar kabul edilirken, yabancı kanunlar olduğu gibi kabul edilmemiş, Türk milletinin inancı, ahlakı, millî kimliği, benliği ve dili esas alınarak zamanın en ileri yasaları iktibas edilmeye çalışılmıştır.

Yeni hukuk sisteminin kurulmasıyla ilgili ilk ciddi adım 1925 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin açılışı olmuştur. Atatürk, Fakültenin açılışında yaptığı konuşmada, yeni kanunlara duyulan ihtiyaca bir kez daha değinmiş ve bu kurumun yeni hukuk nesli yetiştirmek için açıldığını ifade etmiştir. Bununla birlikte diğer adımları atıldığı yıl ise 1926 olmuştur. 

Kıta Avrupası ülkelerinin medenî kanunları incelendikten sonra en basit dilli, yeni tarihli ve hâkime geniş takdir yetkisi veren Türk Medeni Kanunu, Cumhuriyetin ilanından sonra Batı’dan alınan kanunlar arasında ilk sıralarda gelen, istisnasız bütün bireylerin yaşamını doğrudan etkileyen bir kanundur. İsviçre Medeni Kanunundan iktibas edilerek, 17 Şubat 1926’da TBMM’de kabul edilmiştir. Bu gelişmenin akabinde, 22 Nisan 1926’da ise bu kez Medeni Kanunun devamı niteliğindeki Borçlar Kanunu, İtalya’dan Ceza Kanunu ve Almanya’dan Ticaret Kanunu, 1927’de ise yine İsviçre’den Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu iktibas edilmiştir. Daha sonra 1929’da Almanya’dan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve Deniz Ticareti Kanunu; 1932’de İsviçre’den İcra İflas Kanunu iktibas edilmiştir. Hukuk alanındaki en büyük devrimlerden biri de, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verilmesidir. Modern kanunlara sahip pek çok Avrupa ülkesinden önce, 1930’da Türk kadınına belediye seçimlerine katılma ve 1934’te yapılan Anayasa değişikliği ile milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmesiyle hukuk alanındaki büyük eksiklik giderilmiştir. Yeni mahkemeler ve barolar kurulmuştur. 1928’de Anayasadan dini hükümlerin çıkartılmasının ardından, 05 Şubat 1937’de 3115 sayılı Kanunla Anayasanın ikinci maddesine eklenen “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır.” cümlesi ile laiklik ilkesi Anayasaya dâhil edilerek, yeni hukuk sistemi teminat altına alınmıştır. 

Böylece Türk Hukuk Devrimi, toplumsal yaşam içinde pozitif, akılcı, barışçı, cinsiyet ayrımcılığı yapmadan temel insan haklarını güvence altına alan başlıca özellikleriyle en etkili Atatürk Devrimlerinden birisi olmuştur. Atatürk “milletlerin yargı hakkı bağımsızlıklarının birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul olunamaz” söylemiyle, yargının bağımsız mahkemelerce, millet adına, kanunlara uygun olarak kullanılmasının önemi vurgulanmıştır. Bu doğrultuda altının çizilmesi gereken bir diğer önemli husus ve hukuk devriminin bir başka yönü de “Hukuk Devleti”ne geçiştir. 

III.    Hukuk Devleti 
1982 Anayasası’nın “Cumhuriyetin Nitelikleri” başlıklı 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu kurala bağlanmıştır. Bu ilke, Türk anayasa kimliğinin temel unsurlarından birini teşkil etmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, hukuk devleti anayasal kimliği bir bütün olarak belirleyen en temel ilkedir. Hukuk devleti kavramından hukuki güven ortamı, devletin hukuka uyması, bunun için de karar ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması anlaşılmaktadır. Buradaki hukuk, değerlere bağlı, insan haklarına dayalı demokratik ve liberal bir hukuktur. Bu nedenle de hukuk devleti ve demokratik devlet ilkeleri birbirini tamamlarken, çoğulcu-özgürlükçü demokrasinin temelleri bu beraberliğe dayanmaktadır. Bu durumda hukuk devletinin yapıcı unsurları; devletin hukuka ve demokratik bir anayasaya uygunluğunu sağlayan ilke ve kurallar, bu yoğunluğu pekiştirecek yargı denetimi, bu mekanizmanın etkin işleyişi için gerekli olan yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma ilkesinin getirdiği güvenceler olarak ifade edilebilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi birçok kararında Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devletini, Anayasa’nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında göz önünde bulundurulması gereken bir ilke olarak nitelendirmiştir. 

Hukuk devleti kavramı ve fikrinin gelişiminin gösterdiği en önemli husus ise, bu bağlamda anılan kurum ve ilkelerin, “müdahaleyi önlemekten çok, “keyfîliği” azaltmaya yönelik olduğudur. Bu ise hukuk devleti ilke ve kurumlarının, “cumhuriyetçi özgürlük anlayışı” olarak nitelendirilen “tahakkümsüzlüğü” gerçekleştirmeye daha yakın ve elverişli olduğunu göstermektedir. 

IV.    Sonuç
Cumhuriyetin ışığında gerçekleşen hukuk devrimiyle; akla, bilimsel esaslara dayanan, çoğulcu demokrasi anlayışını benimseyen, özgürlükçü bir devlet sistemi kurulabilmiş, Türk halkı çağdaş uygarlık düzeyinde ve en önemlisi, cinsiyet eşitliğini sağlamaya dayanan insanca yaşama hakkına kavuşmuştur. Hukukun gelişimi kuşkusuz sürmektedir. Yeni ihtiyaçlar doğrultusunda mevcut hukuk kuralları, bu ihtiyaçlar ve toplumsal gerçekler göz önünde tutularak yeni düzenlemelere konu edilmektedirler. Bu göz ardı edilmesi mümkün olmayan gerçeğin sürekliliğini sağlayabilmek bakımından ise organ veya kurum özelinde olmaksızın, Türk toplumunun her ferdine düşen yükümlülük; hak ve hürriyetlerinin güvencesi olan laik hukuk düzeninden taviz vermeksizin, çağdaş toplum düzeninin sürekliliği için akla, ihtiyaçlara, gerçeklere en uygun biçimde muhafazasını, uygulanmasını ve gelişimini sağlamak konusunda üzerine düşeni yapmaktır. 
Devletlerin hiç bitmeyen, sürekli yeni biçimler alan ulusal ve/veya uluslararası sorunlar ile baş edebilmesi, sorunlara ilişkin demokrasiyi, hukuku ve insan haklarını esas alan, rasyonel, bilimsel, çok boyutlu ve barışçıl politikalar benimsenmesiyle mümkün hale gelebilir. Tercihimizi bu yönde kullandığımız takdirde, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği, Anayasa’nın Başlangıç kısmında yer alan, hepimizin ortak sorumluluğunda bulunan ve Anayasal kimliğimizi ifade eden “demokratik Cumhuriyeti”, muasır medeniyet düzeyinin ötesine taşıyacağımıza dair herhangi bir kuşku bulunmamaktadır.

Sözlerimi bitirirken, Cumhuriyetin değerleriyle yetiştirilmiş bir birey olarak,  hukuk devrimiyle akla ve bilimsel esaslara dayanan bir eğitim alma imkânına sahip olabilmiş bir öğrenci olarak, eğitim ve öğretim yolunda çağdaş uygarlık düzeyini hedefleyen bir akademisyen olarak, en önemlisi bir cumhuriyet kadını olarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni demokratik bir hukuk devleti olması idealiyle kuran Mustafa Kemal Atatürk ile tüm dava arkadaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak için canı pahasına savaşan tüm kahramanlarımızı saygı ve minnetle anıyorum. Cumhuriyet Bayramımızı en içten dileklerimle kutluyorum.

Program, Orkestra İKÜ’nün performansı ile sona erdi. 

Töreni izlemek için lütfen tıklayın

“Atatürk ve Cumhuriyet” Webinarı

Atatürkçü Düşünce Kulübü tarafından, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinlikleri kapsamında “Atatürk ve Cumhuriyet” başlıklı bir webinar düzenlendi.

Haber detayı için lütfen tıklayınız...

“Yaşasın Cumhuriyet” Webinarı

İKÜ Mezun İlişkileri Kulübü, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinlikleri kapsamında “Yaşasın Cumhuriyet” başlıklı bir webinar düzenledi. 

Haber detayı için lütfen tıklayınız...


Son Güncelleme Tarihi: Pt, 02/11/2020 - 17:38