Skip to main content

Hayatınızda anlamı olan insanlar - Mensur Akgün, Referans Gazetesi

Hayatınızda mutlaka anlamı olan insanlar vardır. Sevgililerinizden, karınızdan, kızınızdan söz etmiyorum. Dünyaya bakışınızda, meslek seçiminizde rol oynayanlardan, yani rol modellerinden söz ediyorum.

Eminim birileri sizin siz olmanızı sağlamış, size model olmuştur. Benim hayatımda bu tür insanlardan çok oldu. Şu anda en çok yaptığım işin niteliğinden belli olacağı gibi, çoğu akademik camiadan gelenlerdi. Kimi fazladan bir lisans derecesi almama yol açtı. Kimi çalıştığım alanı sevmeme, yaptığım işe saygı duymama yardımcı oldu. 

Bu insanlardan biri de şu anda, bu yazının kaleme alındığı LSE'nin (London School of Economics an Politics) Lincoln's Inn Fields'deki açılışını Kraliçe Elizabeth'in yaptığı yeni binasının ikinci katındaki konferans salonunda karşımda oturuyor. Biraz yaşlanmış, kilo almış, biraz da yıpranmış ama entelektüel cazibesinden hiçbir şey kaybetmemiş bir şekilde Türkiye'yi konuşuyor.

LSE Çağdaş Türkiye Çalışmaları Merkezi ile İstanbul Kültür Üniversitesi Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi'nin (GPoT) ortaklaşa düzenlediği toplantıda Boğaziçi'nden Yeşim Arat'ın, Sabancı'dan Ayşe Öncü'nün, Bilgi'den Umut Özkırımlı'nın anlattıklarını tartışıyor.
Yazılarından çok daha nüktedan ve tahmin ettiğimden çok daha karizmatik bir Fred Halliday var karşımda. Türk öğrencilerinin yeteneklerini övüp, herkesi sıradan bulmalarına değiniyor. Türkiye'yi, daha doğrusu Türkiye'nin AB üyeliğini desteklediğini söylüyor. Türkiye'yi İspanya, Rusya ve Almanya ile aynı sepete koyup öyle değerlendiriyor.

Kendisine de söylediğim gibi, adına ilk kez 1970'li yılların sonunda ODTÜ kütüphanesinin kıymetli ve de sol yayınların saklandığı bölümünde okuduğum New Left Review'da rastlamıştım. O zamanlar New Left Review, tıpkı ikiz kardeşi Monthly Review gibi hayatına soldan çıkış arayanlar için kutsal dergilerdi. 

Halliday, orada Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgali ile ilgili bir şeyler yazmıştı. Her söylediğini beğenmesem de beni çok etkilemişti. Ve hemen Ralph Miliband ile başlayıp, Perry Anderson, Louis Althusser, Nicos Poulantzas ile devam eden kutsal şeyler söyleyen insanlar listeme ilave etmiştim. 

Sonra başka yazdıklarını da okuduğum rol modelim, şimdi karşımda oturuyor; bizim düzenlediğimiz bir toplantıda Türkiye'yi, Türkiye'nin son 20 küsur yıldaki değişimini, farklılaşmasını, gelişmesini ve değişmesini tartışıyor. Sorunlara dikkati çeken akademisyenlere karşılaştırmalı analiz tavsiye ediyor.

Gündelik sorunlardan kafamızı kaldırıp göremiyoruz ama Türkiye gerçekten değişiyor ve bambaşka bir yer oluyor. Aslında burada bulunabilmemiz bile değişimin işareti. Yakın zamana kadar ancak çağırıldıkları yurtdışı toplantılara katılabilen Türkiyeli akademisyenler, şimdi kendileri toplantılar düzenliyor.

Daha da önemlisi burada ve başka yerlerde yakın zamana kadar tabu sayılan konular tartışılıyor. Dünyanın dört bir tarafında toplantılar, konferanslar yapılıyor, yayınlar tanıtılıyor. Düşünce kuruluşları, iş dünyasının örgütleri, sivil toplum kuruluşları, cemaatler dünyaya açıldı.
Buradaki toplantıda ayaküstü konuştuğumuz bir akademisyenin söylediği gibi, Türkiye küreselleşmeye en iyi ayak uyduran, küreselleşme ile en iyi baş eden ülkelerden biri. Kriz bizi tabii ki etkiliyor, fakat unutmayalım ki küreselleşme sadece malların ve sermayenin serbest dolaşımı demek değil.

Sorunlar da tabii ki var. Ancak Türkiye bariz bir şekilde değişen dünyaya adapte oluyor. Bu küresel entegrasyonun bugün tanık olduğum kanıtı da LSE'deki Türkiye merkezi. Bu birimin kurulmasına katkıda bulunan Dışişleri Bakanlığı'nı, TOBB'u, Doğan Vakfı'nı ve herkesi kutlamak gerek.

Öncelikle böyle bir teşebbüse kaynak ayırdıkları için, sonra da Şevket Pamuk gibi birini bu işin başına geçmeye ikna edebildikleri için. Bir de 30 küsur yıl önceki rol modelimle karşılaşmamı sağladıkları için...