Çünkü birbirine çok benzeyen zorluklardan geçtik. Bunlardan bir kısmı akademisyenliğin doğasında var olan güçlüklerdi, ama çok daha fazlası Türkiye’de akademisyen olmanın zorluklarıydı. Henüz cübbe giymemiş genç arkadaşlarımızı görüyorum hemen onların arkasında, araştırma görevlilerimiz, onlar da kendi hikayelerinin kahramanı, onlar da önlerindeki hocalarının yaşadığı zorlukları küçük farklılıklarla yaşama arifesindeler. Salonun değişik köşelerinde dağılmış yakın çalışma arkadaşlarımız, idari personelimiz var aramızda şu an. Her biri detaylarını tahmin bile edemeyeceğim zorlu bir hikâyeyi yazmakla meşgul. Ve çoğu aramıza yeni katılmış yeni öğrencilerimiz ve onların değerli aileleri. Yeni tanışıyoruz ama aslında zamana yayılmış ortak bir çerçeve öykünün kahramanlarıyız sizlerle. Sevgili gençler, 20-30-40 yıl önce şu an oturduğunuz koltuklarda bizler oturuyorduk, geleceğe dair planlar yapıyor, hayaller kuruyorduk, siz de kuruyorsunuz, bundan da asla vaz geçmeyin. Ama öğreniminiz boyunca şunu da unutmayın lütfen, hepimiz benzer hikayelerin kahramanıyız ve biz sizlere bakınca hayal kurmuyoruz, sizin hayallerinizi nasıl destekleyeceğimizi yaşayarak öğrendik çünkü siz bu cübbelerin içinde olmayı hayal ederken biz size baktığımızda şimdiden sizi bu cübbelerin içinde görüyoruz. Değerli aileler, sizinle de hikayelerimiz çok benziyor. Salonun ön tarafında oturduğumuza bakmayın. Bizler de burada veya bambaşka salonlarda şu an oturduğunuz koltuklarda oturuyoruz halen, çocuklarınızla yaşadığınız haklı gururu paylaşıyoruz. Kendi çocuklarımızın hikayelerini büyütmek için güvendiğimiz insanlardan ne bekliyorsak sizin çocuklarınıza ondan bir fazlasını vermek için çalışıyoruz. Bu kısa durum tespitinden sonra öz hikayelerimizi sarmalayan üst katman hikayemizin izini sürebiliriz artık. Yani bizi burada toplayan, birbirinden farklı yüzlerce, binlerce hikâyeyi kendi hikayesinin parçası kılan çatı öyküden: Kültür Eğitim Vakfı ve İstanbul Kültür Üniversitesi’nden. İçinde bulunduğumuz bu salon, bu bina, bu üniversite, Kültür Kolejlerini de bünyesinde barındıran İstanbul Kültür Eğitim Kurumları ve onun çatı vakfı Kültür Eğitim Vakfı, bütün bu dev organizasyon, birkaç ay sonra 100 yaşına basacak olan bir Cumhuriyet çocuğunun, Fahamettin Akıngüç’ün de asırlık öz hikayesidir. 1940’lı yılların sonunda, yani kendisi de, Türkiye Cumhuriyeti de henüz yirmili yaşlarının başındayken, babası Halil Akıngüç’ün kurduğu Kültür Dersevi’nde Matematik dersleri verirken, eğitimin ülke geleceğindeki belirleyici rolünü keşfedip hayaller kurmaya başlamış bir mühendistir Fahamettin Akıngüç. Ama onu diğer mühendislerden ve yaştaşlarından ayıran çok önemli bir özelliği vardır. Henüz yazmaya başladığı hikayesinin kendisinden sadece üç yaş büyük olan Cumhuriyet’in hikayesinden bağımsız yazılamayacağının farkındadır. Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet’in kurucu değerleri hayatı boyunca onun öz hikayesini sarmalayan üst öyküsü olacak, kendi hikayesinin tıkandığını düşündüğü anlarda bu üst hikâyeye tutunarak öz hikayesini yukarıdan seyredebilecektir. Öyle de olur. 1960 yılında, ihtilal günlerinde, sokakları dolduran askerlerin şaşkın bakışları arasında Kültür Koleji’nin ilk eğitim binası hizmete açılır. Hiç kimsenin eğitimi düşünemediği o yıllarda yapılan bu yatırımın yersiz, zamansız ve ölü bir yatırım olacağı uyarılarına rağmen açar okulu Fahamettin Bey. İlk etapta kayıt sayısı sadece dörttür. Uyaranlar haklı çıkmış görünse de her mühendis gibi dünyayı sayılarla okumayı seven Fahamettin Bey için bu dört yeterlidir ve bambaşka anlamlar taşımaktadır. Çünkü o Cumhuriyeti kuran neslin bu imkânsız savaşı sadece 4 uçakla kazandığını bilir. 1964’te Kültür Koleji’nin mezun sayısı 73’ü bulunca Fahamettin Bey’in gözlerinde kimsenin fark etmediği başka bir mutluluk vardır. Çünkü 73 sayısı doğumundan sadece 8 yıl önce İstanbul Boğazına demirleyen ve babasından dinlediği şekliyle zihnine kazınan düşman zırhlılarının sayısı değildir artık onun için. O 73 mezunla birlikte “geldikleri gibi gitme” süreci ebediyyen tamamlanmıştır artık Fahamettin Bey’in zihninde. Ekonomik krizlerin en sancılı dönemlerinde o şaşılası bir rahatlık içindedir. Zihninde dönüp duran rakam bu kez 200’dür. 200, 27 Mayıs 1919’da Sovyetlerden yardım olarak Ankara’ya gönderilen ve Kuvayı millîye mücadelesine can suyu olan altının kilogram miktarıdır. Millî mücadele bugünkü parayla 1 milyar Türk lirası dahi etmeyen bu küçük bütçeyle başlamıştır ve ona göre bunu başaran bir halkın çocukları her türlü yokluğu aşabilir. Asırlık hikayesini yazarken işini iyi yapmak dışında odaklandığı başka hiçbir şey yoktur. Çünkü bu yalnızca kendi hikayesi değildir ona göre. Sokakların anarşiye teslim edildiği yıllarda o, Kültür Koleji’nde Türkiye’nin ilk rehberlik ve psikolojik danışmanlık birimini hayata geçirmektedir. Diğer okullar tasarruf tedbirleriyle küçülmeye giderken o, modern eğitim modellerini öğrenmeleri için öğretmenlerini yurt dışı eğitimlerine göndermektedir. Evet, bugün bu salonda bulunan ve bulunamayan bütün Kültürlülerin hikayesini sarmalayan üst hikâye Fahamettin Akıngüç’ün ve Cumhuriyet’in öz hikayesidir. Sıradan bir kurumun sıradan hayatlar yaşayan sıradan mensupları değiliz. Yaşadığımız bireysel zorluklar, ülkemizin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sıkıntılar, yani hikayelerimizin doğal akış hızı bizi ümitsizliğe, yılgınlığa, öz değerlerimiz dışında çözüm aramaya ittiğinde uzanıp tutunacağımız ve yolumuzu tekrar aydınlatacağımız daha büyük öykülerin değerli birer parçasıyız. Tıpkı taşıyla toprağıyla, şiiri şarkısıyla bu yurdu çok seven; 2 Anayasa değişikliği, 2 darbe, 1 kalkışma, 3 muhtıra, 9 ekonomik kriz ve 1 küresel pandemi yaşadığı halde yılgınlığa ve ümitsizliğe düşmeyen Fahamettin Akıngüç ve Kültür Eğitim Kurumları gibi. Buradan Fahamettin Hocama hepimiz adına sağlık ve esenlik dileklerimi gönderiyor, 2025-2026 eğitim-öğretim yılımızın verimli ve başarılı geçmesini diliyorum. İşimizi en iyi şekilde yapmaya ve bu büyük hikâyeyi taçlandırmaya devam edeceğiz. KÜLTÜR VARSA UMUT VARDIR! Teşekkür ederim." |