Skip to main content
yeni israil hükümeti

Opinion | Oğuz Çelikkol — Yeni İsrail Hükümeti ve Trump Planı

Üç erken seçim ve bir yıl kadar süren istikrarsızlıktan sonra, 20 Nisan günü İsrail Parlamentosu’ndaki 2 en büyük parti olan Likud ile Mavi-Beyaz Partisi bir koalisyon hükümeti oluşturmak için anlaşmaya vardı. Likud lideri Benjamin Netanyahu ile Mavi-Beyaz lideri Benny Gantz’ın vardığı uzlaşıya göre yeni hükümet 3 yıl süreli olacak, Başbakanlık koltuğuna dönüşümlü olarak iki parti lideri oturacak, ilk olarak da Netanyahu Başbakan olacak.

Esasında bu hükümet formülü daha önceki iki erken seçimden sonra da gerçekleştirilebilir tek formül olarak ortaya çıkmıştı. Ancak şimdiye kadar Benny Gantz bu formüle karşı çıkıyor, dönüşümlü de olsa hakkında yolsuzluk davaları açılan Netanyahu’nun Başbakan olmasını istemiyordu. Gantz’ın fikrini değiştirip Netanyahu’nun olduğu bir hükümete girmeyi kabul etmesinin sebebi ise tersi durumda dördüncü bir seçime gidilmesi zorunluluğun olarak ortaya çıkmasıyla ilgili. Ayrıca, Gantz’ın bu seçimin de İsrail’deki siyasi tabloyu fazla değiştirmeyeceğini görmesi olduğuna işaret ediliyor.

İsrail geçtiğimiz bir yıllık dönemde 3 kez seçime gitmek zorunda kaldı. Nisan ve Eylül 2019 ile Mart 2020 seçimlerinden sonra İsrail Parlamentosu’ndaki sandalye durumu çok da değişmedi. Esasında Likud Partisinin İsrail Parlamentosu Knesset’teki aşırı dinci ve milliyetçi partilerle bir koalisyon oluşturması imkânı vardı. Ancak, aşırı milliyetçi İsrail Evimiz Partisi ile aşırı dinci Şas ve Birleşik Tevrat Yahudiliği Partileri arasında askerlik kanunu nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlık böyle bir sağ koalisyonun kurulmasını engelledi.

Geçmişe bakıldığında, ultra-Ortodoks Yahudi öğrencilere İsrail’de uygulanan iki yıllık zorunlu askerlikten muafiyet sağlanması durumunun 2019 yılı başlarında İsrail’de ciddi bir sorun haline geldiği ve Başbakan Netanyahu’yu 2019 yılı Nisan ayında erken seçime gitmeye zorlayan siyasi krizin de temelde bu nedenle çıktığı görülmektedir. İsrail Evimiz Partisi ve Başkanı Lieberman Askerlik Kanununda değişiklik yapılmasını ve Yahudi din okulu öğrencilerine askerlik muafiyetinin kaldırılmasını talep ederken, Şas ve Birleşik Tevrat Yahudiliği Partileri böyle bir değişikliğe kesinlikle karşı çıkmakta ve askerlik muafiyetinin korunmasını istemektedir.

İsrail’de siyasi bir krize neden olan bu durum; Başbakan Netanyahu’nun 3 erken seçimden sonra da merkez sağ bir hükümet kurmasını engellemiş ve buna bağlı olarak da İsrail Evimiz Partisi, Likud Partisi lideri Netanyahu’nun oluşturacağı bir merkez sağ hükümete girmeyi kabul etmemiştir. Diğer yandan 3 erken seçimden de birinci veya ikinci büyük parti olarak çıkan Mavi-Beyaz Partisi lideri Benny Gantz da yeterli sandalye sayısı olmadığı için, Knesset’teki küçük sol partilerle bir koalisyon hükümeti oluşturamamıştır. Knesset’teki Arap partilerin oluşturduğu Ortak Arap Cephesi’nin gerektiğinde dışardan sağlayabileceği bir destek bile Gantz’ın bir merkez sol koalisyon hükümeti kurması için gerekli çoğunluğu sağlayamamıştır.

120 üyeli Knesset’te hükümet kurulabilmesi için gerekli sandalye sayısı 61’dir. Mart 2020 seçimlerinden sonra oluşan Knesset’te Likud Partisinin 36, Mavi-Beyaz Partisinin 33 milletvekili bulunmakta, iki partinin toplam sandalye sayısı 69’u bulmakta ve rahat bir şekilde hükümet oluşturulması için güvenoyu alınmasına imkan tanımaktadır. Ancak, her ne kadar yeni hükümetin kurulması ülkede bir seneyi aşkın bir süreden beri devam eden siyasi belirsizliğe bir son vermiş olsa da bunun ne İsrail ne de bölge için istikrar getirdiğini söylemek zordur.

Her şeyden önce yeni hükümetin kurulması birçok çevre tarafından Başbakan Netanyahu’yu kurtarma operasyonu olarak görülmektedir. Yeni hükümet formülü Netanyahu’nun en azından 1,5 sene daha Başbakan olarak kalmasını sağlamaktadır. Netanyahu için açılan yolsuzluk davasının Mayıs ayı içinde başlaması beklenmekte; İsrail’de bazı çevreler bu nedenle Netanyahu’nun Başbakanlık koltuğunda oturamayacağını savunmaktadır. Bu konuda son sözü İsrail Yüksek Mahkemesi’nin söylemesi beklenmekte; bu arada İsrail’de, koronavirüsü salgını şartlarına rağmen Netanyahu aleyhindeki gösteriler de devam etmektedir.

Netanyahu’nun aleyhindeki bütün tepkilere rağmen hem Likud Partisi liderliğini hem de Başbakanlığını devam ettirebilmekte gösterdiği “mahareti” İsrail seçmeninin zaman içinde ne kadar sağa kaydığının bir göstergesi olarak değerlendirenlerin sayısı oldukça yüksektir. Netanyahu, İsrail’de en uzun süre ve kesintisiz olarak Başbakanlık yapan kişi unvanlarını kazandığı gibi, şimdi görevde bulunduğu sırada hakkında yolsuzluk yargılaması devam eden siyasetçi unvanını da kazanmak üzeredir.

Bu durum; 2000-2004 yılları arasında Şam’da Büyükelçi olarak bulunduğum sırada, o dönemde üst yönetimde bulunan Suriyeli bir yetkilinin İsrail’de en fazla Netanyahu’dan çekindikleri, çünkü Netanyahu’nun kendisinden başka (İsrail halkı dahil) kimseyi düşünmediği, ne Filistinlilerle ne de Arap ülkeleriyle barışa da inanmadığına dair sözlerini aklıma getirmektedir. Daha sonra 2009-2010 yıllarında Tel Aviv’de Büyükelçi olduğum dönemde Netanyahu’nun İsrail seçmenini nasıl kendi doğruları, inançları ve çıkarları doğrultusunda yönlendirdiğini İsrail’de yerinde izlemiştim. Netanyahu ile kendisi gibi manipülasyonlarda usta bir siyasetçi olan İsrail Evimiz Partisi lideri Avigdor Lieberman arasındaki çekişme de esasen bu dönemlerde başlamıştı.

Yeni İsrail hükümetinin bir kriz hükümeti olacağı ve önceliğin tamamen koronavirüs salgınının ortaya çıkardığı olağanüstü şartların yönetilmesine verileceği ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede önümüzdeki 6 ay içinde hükümetin İsrail Parlamentosu’na salgınla ilgili olmayan hiçbir konuda kanun önerisi göndermeyeceği anlaşılmaktadır. Bunun tek istisnasının İsrail’in Batı Şeria’da bazı Filistin topraklarını ilhak etmesi için hazırlanacak kanunun önerisi olması konusunda Netanyahu ile Gantz’ın anlaştıkları yönündeki haberler ise endişe verici bir şekilde önümüzdeki dönemde bölgede tansiyonun artırabileceğini göstermektedir.

Ortaya çıkan durum Başbakan Netanyahu’nun durumunu güçlendirmek amacıyla bir kez daha “ilhak” politikasına dönmekte olduğuna ve Batı Şeria’da Yahudi yerleşim birimlerinin bulunduğu bölgeler ile Şeria nehrinin batı yakasını, Ürdün Vadisi’ni, ilhaka hazırlandığına işaret etmektedir. Bu bölgelerin Ocak ayı sonunda açıklanan ABD Başkanı Trump’ın Orta Doğu Planı’nda İsrail’e bırakılmış olması, Netanyahu’nun Trump’ın planını uygulamaya koyduğu iddiasıyla ABD’nin desteğini elde etmeye çalışacağı izlenimini vermektedir.

ABD’den gelen ilk tepkiler Başbakan Netanyahu’yu cesaretlendirici yöndedir. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ilhak konusunun İsrail’i ilgilendirdiğini ve ABD’nin bu konuda görüşlerini İsrail’e “özel” olarak iletmekte olduğunu açıklamıştır. Netanyahu’nun, Başkan Trump’ın 2 Kasım seçimleri ışığında İsrail’in uluslararası hukuka tamamen aykırı da olsa Batı Şeria’nın önemli bir bölümünü ilhakına karşı çıkmayacağını, hatta destekleyeceğini düşündüğünü ortaya çıkmaktadır.

Trump Planı İsrail işgali altındaki Batı Şeria’nın yaklaşık %70’ini Filistinlilere bırakmaktadır. Bu çerçevede Başbakan Netanyahu’nun, Yahudi yerleşim bölgeleri ve Ürdün Vadisini içine alacak şekilde, Batı Şeria’daki Filistin topraklarının  %30 kadarını ilhaka hazırlandığını söylemek mümkündür. Böylece esasen Başbakan Netanyahu’nun yapmak istediği Doğu Kudüs’ten sonra Batı Şeria’nın önemli bir bölümünü ilhak ederek gerçek anlamda bir iki devletli çözümü masadan kaldırmak ve sağa kaydığı çok açık olarak görülen İsrail seçmeni nezdinde durumunu güçlendirmektir.

Başbakan Netanyahu 2 Mart seçimleri öncesi Batı Şeria’nın önemli bir bölümünü ilhak edeceğini zaten açıklamış ve bunu bir seçim vaadi olarak ortaya koymuştur. Esasında tersi umulsa da, Mavi-Beyaz Partisi lideri Benny Gantz’ın Filistinlilere karşı tutumu Başbakan Netanyahu ile benzerlikler göstermektedir. Batı Şeria’daki ilhak politikalarını destekleyen Gantz’ın gerçek anlamda iki devletli bir çözümü ne ölçüde desteklediği çok ciddi bir soru işareti olarak ortaya çıkmıştır. Eskiden Genelkurmay Başkanlığı da yapmış olan Gantz, Trump Planı’nda olduğu gibi, Batı Şeria’daki bugünkü işgal ve İsrail kontrol durumunu meşrulaştırmak ve iki devletli çözüm olarak Filistinlilere ve dünyaya “satmak” istemekte, bu yönde Netanyahu ile gayet iyi anlaşabilmaktedir.

Trump Yönetiminin bütün gayret ve baskılarına rağmen bu plan Filistinliler ve dünya tarafından kabul edilmemiştir. Başbakan Netanyahu’nun Batı Şeria’daki Filistin topraklarının bir bölümünü uluslararası hukuka aykırı olarak ilhak etmesi de daha şimdiden hem Filistinliler hem Arap ülkeleri ve ABD dışında hemen tüm dünya tarafından reddedilmektedir. Ancak, Başbakan Netanyahu’nun yapmak istediği şeyin oldu-bittilerini dünyaya kabul ettirmekten çok, gerçek anlamda iki devletli bir çözümü ileri dönük olarak daha da zor bir hale getirmek ve İsrail iç politikasındaki durumunu güçlendirmek olduğu ortaya çıkmaktadır.

Genel kanı, Trump Yönetimi’nin desteğinin alacak bir İsrail’in, dünyadaki ve Ortadoğu’daki mevcut şartlar da dikkate alındığında, yeni bir ilhak politikasını uygulamaya koymaktan vazgeçirilmesinin çok zor olduğu yönündedir. Trump Yönetimi altındaki ABD’nin Birleşmiş Milletlerin, Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisi sayesinde, bu konuda bir rol oynamasını engelleyeceğini düşünmek mümkündür. Hatta bu kez BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in Batı Şeria ile ilgili olarak alacağı bir ilhak kararını (1980’deki Doğu Kudüs kararından farklı olarak)  kınaması ve yok farz etmesi bile beklenmemelidir.

BM devre dışı kalacağına göre İsrail’in Batı Şeria ile ilgili uluslararası hukuka aykırı yeni ilhak kararlarının alınmasının engellenmesinde Arap Dünyası’na büyük bir rol düşmektedir. Arap Ligi’nin bu kez sırf Arap ülkeleri kamuoyunu tatmin etmek için sadece sözde kalan kararlar almak yerine, İsrail’le diplomatik ilişkisi bulunan iki Arap ülkesi Mısır ve Ürdün’ü harekete geçmeye çağırması etkili olacaktır. Mısır ve Ürdün’ün İsrail’i Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü ilhak etme yönünde hareket etmekten engellemek için atabilecekleri etkili adımlar bulunmakta; Başbakan Netanyahu’nun Mısır ve Ürdün’le ilişkileri tehlikeye atmak istemeyeceği bilinmektedir.

Ancak bu konuda da ümitli olmak için şartlar uygun değildir. Mısır’da kaderini kendi halkına değil ABD’nin ve Batı’nın vereceği desteğe bağlamış bir dikta yönetimi iktidardadır. Arap Ligi içinde etkili olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri yönetimlerinin artık Filistin davasıyla ilgilenmek istemedikleri, Filistin sorununun “kaybolmasını” istedikleri bilinmekte, bu ülkelerin Trump Planı’na gizli de olsa destek verdikleri izlenmektedir. Riyad ve Abu Dhabi’deki yönetimlerin Trump Planı’nı reddeden Arap Ligi kararına katılmaları sadece kendi halklarının göstereceği tepkiden çekinmeleriyle açıklanmakta, ilhak politikasını uygulaması halinde Arap Ligi’nin İsrail karşısında ciddi ve gerçek bir cephe oluşturabileceğine inanılamamaktadır.

Bu çerçevede Avrupa Birliği ve İngiltere’nin nasıl bir tepki göstereceği daha da önem kazanmaktadır. AB’nin önde gelen ülkelerinin (başta Fransa ve Almanya olmak üzere) 1967 savaşı öncesi sınırları içinde Filistin Devletini nihayet tanıyacaklarını açıklamaları Başbakan Netanyahu’yu, genişleme ve ilhak politikalarını uygulamaya koymak bakımından, ikinci kez düşünmeye sevk edecek önemli bir adımı teşkil edecektir. Ancak,  AB’nin İsrail’in Batı Şeria’nın önemli bir bölümünü ilhak etmesini tanımayacağı belli olmakla beraber, AB ülkelerinin bu aşamada Başbakan Netanyahu’yu kararından vazgeçirme yönünde etkili ve güçlü adımlar atabileceğini düşünmek gerçekçi gözükmemektedir.

Bu durumda Filistinlilerin kendilerinin göstereceği tepki hayati bir önemdedir. Fetih ve Hamas arasındaki bölünme, Batı Şeria ve Gazze’de farklı yönetimlerin bulunması şüphesiz İsrail’in işini kolaylaştırmakta ve Filistin Cephesini zayıflatmaktadır. Filistinlilerin hızlı ve gerçek bir şekilde birlik gösterebilmeleri muhakkak ki Başbakan Netanyahu’yu zor durumda bırakabilecektir. İsrail’in Batı Şeria’nın %30 kadarlık bir bölümünü ilhak etmesi, Filistinliler açısından Oslo sürecinin ve masa başında gerçek bir iki devletli çözümün sağlanması ümidinin de tamamen sona ermesi anlamına gelecektir. Bu durumda Ramallah’taki Filistin Yönetimi’nin 1988’de tek yanlı ilan edilen Filistin Devleti formülüne münhasıran dönülmesi dahil bütün seçenekleri şimdiden gerçekçi bir şekilde değerlendirmesi gerekli hale gelmektedir.

Son gelişmeler Başbakan Netanyahu’nun kurnazlığını ve siyasi olarak ayakta kalma içgüdüsünün ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Arap-İsrail çatışmasının 19. yüzyılda başlayan bütün uzun tarihi Arap Cephesinin yaptığı hataları ve Siyonist Cephenin bölgesel ve uluslararası şartları kendi lehine kullanabilme kabiliyetini göstermesi bakımından ilginçtir. Başbakan Netanyahu bir kez daha bölgesel ve uluslararası gelişmeleri kullanmak için harekete geçmiş gözükmektedir. Ancak bu kez de saikının İsrail’in mi yoksa kendisinin çıkarları mı olduğu ciddi bir soru işareti olarak ortaya çıkmaktadır.