Skip to main content
mehmet öğütçü

Opinion | Mehmet Öğütçü — Çin İle Abd Arasında “Yeni Soğuk Savaş Geliyor”: Hangi Tarafta Olacağız?

ABD ve Çin arasındaki gerginliğin tırmandığı bir dönemde kendisine halen oluşmakta olan yeni küresel düzende bölgesel bir güç olarak yer arayan Türkiye’nin konumunun ne olacağına şimdiden kafa yormak ve uzun vadeli dünya angajmanımızın bir parçası olarak ABD-Çin geriliminde nasıl akıllı ve esnek bir yaklaşım geliştireceğimizi ortaya koymamız büyük önem taşıyor.

 

Trump’ın, Çin’in Batı için sistemik bir tehdit olduğuna dair sürekli mesaj vermesi, daha fazla genişlemesine imkan verilmemesi gereken düşman ülke olarak sunarak Kasım’daki seçimlerde oy toplamak istemesi, “Çin virüsü” yüzünden katlanan zarar ve hasar için tazminat isteyeceğini söylemesi ve Çin’in bu çerçevede daha önce başlattığı ticaret, teknoloji ve kur savaşını şiddetlendirmesi içinde yaşadığımız bu dönemde ihtiyaç duyulan küresel iş birliği ve liderlik umutlarını söndürüyor.

İşin daha da vahim boyutu, bu strateji sadece seçim kazanmakla sınırlı değil. Washington’da Çin lehine küresel güç kaymasını geri çevirmek için esaslı bir stratejik değerlendirme yapıldığı anlaşılıyor. Önümüzdeki dönemde Çin’in Batı‘nın küresel üstünlüğüne meydan okumasına izin verilmemesi ve 2049 Barışçıl Yükseliş hedeflerinin gerçekleşmesine imkân tanınmaması yönünde bir karar alındığı anlaşılıyor.

Çin, artık ucuz maliyet ve fiyatlı bir küresel imalat merkezi değil. Yapay zekada, telekomda, rüzgar ve güneş dahil yenilenebilir enerji devriminde, elektrikli araçlarda, uzay teknolojisinde ABD ve AB’yi çoktan geride bıraktı, Japonya ise epey geriden geliyor. Sadece dünya ticaretinin (her ülkenin ticaret açığı olan) en önemli oyuncusu değil, aynı zamanda dış yatırım ve teknoloji değişiminde de önde gelen bir ülke.

 

Çin ile ilgili hesaplar ve değerlendirmeler, yalnızca Çin Halk Cumhuriyeti’ni esas alırsa eksik kalır. Nüfusunun çoğunluğu Çinli olan Hong Kong, Tayvan, Makao, Singapur ve ekonomik/siyasi iktidarı Çin asıllı krem tabakasının belirlediği Tayland, Malezya ve Endonezya gibi ülke ve bölgeleri de içeren “Büyük Çin Ekonomik Alanı”, yani dünyanın en büyük ekonomisi bu küresel haritayı tamamlıyor.

 

Xi Jinping’in fikir babası olduğu kara ve deniz güzergâhları üzerinde inşa edilmekte olan Kuşak ve Yol Girişimi, 85 ülkede 3 milyar insanın hayatına dokunacak 1.5 trilyon dolarlık bütçeli bir proje. Uygulanmasında Çin’in deneyim eksikliği ve “gizli gündem” suçlamaları nedeniyle bazı pürüzler ve sıkıntılar çıkmış olmasına rağmen 21. yüzyılın en vizyoner projesi olarak görülüyor.

 

Gevşek bloklar

Dünyanın bu iki süper gücü arasında gelişmekte olan yeni Soğuk Savaş, zamanında ABD ve SSCB etrafında kümelenen iki kutup gibi olmasa da Washington ve Pekin‘i etraflarında nispeten daha gevşek bloklar yaratmaya sevk edebilir. Menfaatlerin ayrıştığı, çok kutuplu düzende hegemon rolü sulandırıldığı için eskisi kadar katı bir bloklaşma söz konusu olmayacaktır.

 

Üstelik, AB ülkelerinin tartışmasız Washington ile saf tutması artık adeta imkânsız hale geliyor. Hem Trump döneminde Atlantik’in iki yakası arasında ortaya çıkan keskin ayrışma hem de Çin’in Brüksel ile ayrıcalıklı ilişkileri böyle bir seçimi zorlaştıracaktır. Bununla birlikte, koşulların zorlamasıyla seçim yapmak zorunda kalırlarsa nihai analizde AB ve Washington’ın özel müttefiki İngiltere’nin tercih ibresinin ABD lehine olacağını düşünüyorum.

 

Batı’dan tecrit edilen Rusya, erken aşamada bir “mantık evliliği” yapmak suretiyle tercihini çoktan Çin lehine kullandı. Ancak çatışmaların kızışması ve blokların kemikleşmesi halinde ABD ile Çin arasındaki denklemde körü körüne Pekin’e sadık kalması (karşılığında da çok değerli bir ödül almaması halinde) Rusya’nın menfaatine olmayabilir.

Putin iyi bir satranç oyuncusu olarak zaten bu konuda gerekli ileri hamleleri yapacaktır. Kremlin, mevcut Moskova-Pekin ortaklığının eşitlik temelinde olmamasından aslında hiç memnun değil. Ama gerçek bir Çin-Rusya ortaklığı, yeni dünya kurgusunda kalıcı ve etkili bir bloka dönüşürse bence bu durum Batı için en korkulu senaryolardan birisi olabilir.

ABD-Çin bloklaşmasında diğer başlıca bölgesel güçler olan Hindistan, Japonya, Brezilya, Endonezya, Kore, İran ve Türkiye gibi hatırı sayılır ağırlıktaki ülkelerin hangi kampa yakın duracakları da tabii ki büyük önem taşıyacaktır.

 

Liderlik boşluğu devam ediyor

Krizler artık sınır tanımıyor, hiçbir ülke sorunları tek başına çözemiyor. Uluslararası iş birliği ve ortaklık elzem. Bunu gerçekleştirmek için de tarihin bu kritik dönemecinde akıllı, herkesin kabul edebileceği küresel liderliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Ancak görünürde öyle bir liderlik ne yazık ki yok. Trump umut vermiyor. Amerika’nın büyümesini, zenginleşmesini sağlayan ve serbest ticareti esas alan liberal ekonomik düzenin uzun bir süredir Amerikan çıkarlarından çok Çin’in menfaatlerine hizmet ettiğini düşünüyor. Ekonomik milliyetçilik ve himayecilik yeni söylemde daha fazla öne çıkıyor.

 

AB ise zaten kendi derdine düşmüş vaziyette. Uzun zamandır rekabet aşınması, nüfus yaşlanması, verimlilik düşüşü ile karşı karşıya olan AB içinde yakında Angela Merkel’in de ayrılacak olması nedeniyle çok ciddi bir liderlik sıkıntısı yaşanıyor. Putin Rusya’sı ise böyle bir rol için yeterli itibar ve kapasiteye hala sahip değil. Bu noktada Xi Jinping en vizyoner, donanımlı ve karizmatik lider gibi gözüküyor ama Çin’in küresel liderliği için henüz erken. Çünkü bu aşamada onun uluslararası anlamda kabul görmesi oldukça zor. Koronavirüs krizi Çin’in küresel itibarını daha da zedeledi.

 

Herkesin beklediği yeni bir doğa dostu, sağlıklı, çatışmasız; hakkaniyete uygun bir küresel finans, enerji, ticaret ve jeopolitik düzeni kurmak harika bir özlem ama bu öyle sanıldığı kadar kolay değil. Düzenin mevcut silahşörleri ve rantı paylaşanlar; ideologları yerlerinden kımıldamak, yeni yükselen güçlere yer açmak, özveride bulunmak ve büyük uzlaşıya yanaşmak istemiyorlar. Güç çatışması şiddetlenerek devam edecek gibi duruyor.  

 

Peki Türkiye ne yapmalı?

İşler bu yönde evrilirken Türkiye’nin de bu duruma tarihin talihsiz bir dönüm noktasında yakalandığı söylenebilir. Daha önce yaşanmakta olan ama kriz ile birlikte şiddeti artan ekonomik zafiyeti, komşularıyla yaşamakta olduğu gerilimler, güvenlik riskleri, içeride toplumsal kutuplaşma, Batı ile gerginleşen, karşılıklı saygı, eşitlik ve ortak menfaat bağları yaratamayan ilişkiler ne yazık ki yeni oluşumlara güçlü bir şekilde hazırlanmasına, girmesine, kaslarını göstermesine ve hep arzuladığı o “oyun kurucu” role yeterince imkân vermiyor.

Yine de Türkiye’nin önünde fırsat penceresi var ama hiç gecikmeksizin mevcut iç yapısına ve dış ilişkilerine köklü bir ayar vermeksizin, yeni küresel düzen içinde önemli yer ve rol kazanması gerçekçi gözükmüyor. Hele küresel düzene hükmetmeye devam eden ABD gibi bir süper güç ile de ilişkiler böylesine bozuk; AB, Rusya ve Çin ile de hem ikili ilişkilerde hem de bölgesel konularda güven bunalımı aşılamamış iken.

Stratejik bir ayrım noktasına geldiğinde, ekonomik kırılganlık, dış politika yalnızlığı ve güvenlik riskleri karşısında, ABD’nin olumlu birkaç adım atması halinde, Ankara’nın olası bir Çin-ABD karşılaşmasında ya nötr kalacağı ya da Washington yönünde yürümeye zorlanabileceği öngörülebilir. Tabii ki en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda Pekin’in Kuşak Yol Girişimi çerçevesinde kesenin ağzını açmasının pragmatik Ankara’yı merkantilist bir çizgiye çekmesi de beklenebilir.

 

Doğru olan, böyle bir yol ayrımına zorlanmadan önce, Ankara’nın uzun vadeli stratejik menfaatlerini yeniden tanımlayıp gerçekçi ve zikzak yapmadan uygulayabileceği bir yol haritası çıkartması, her şeyden önemlisi de kısa vadeli çıkarları tatmin edecek “fırsatçı” bir mecraya sapmaması ve ileride telafi edilemeyecek bir stratejik hata yapmaması kritik önem taşıyor.

Bu yöndeki çalışmalara destek sağlamak ve erken uyarı sinyallerini vermek için yakında Destek Yayınlarından çıkacak olan “Yeni Soğuk Dünya Düzensizliği: Türkiye Nasıl Hazırlanmalı?” kitabımda somut tavsiyeler ortaya koymaya çalışıyorum.

Yazar Hakkında
Başbakan danışmanı, diplomat, Uluslararası Enerji Ajansı ve OECD üst düzey yöneticisi, British Gas Direktörü, Genel Energy, Invensys, Şişecam, Yaşar Holding, Saudi Crown Holding yönetim kurulu üyeliği görevlerinden geçti. Hâlihazırda Global Resources Partnership, London Energy Club ve Bosphorus Energy Club’ın Başkanlığını yürütüyor. Aynı zamanda International Energy Charter’ın özel temsilcisi ve Trinus Capital’in yönetim kurulu üyesi.