Skip to main content
Koronavirüs ve Krizler Avrupa'sının Son Perdesi

Opinion | Ahmet Cemal Ertürk — Koronavirüs ve Krizler Avrupası'nın Son Perdesi

Salgının yayılmaya başladığı ilk günlerde AB liderlerinin Yunanistan-Türkiye sınırında yaşananlara daha fazla ilgi göstermesi aslında yıllardır süregiden bir problemi tekrar gün yüzüne çıkarmıştır. Dış politika, sınırlar ve mülteciler konusunun birlik düzeyinde neredeyse bir saplantı haline gelmesiyle birlikte AB, aslında birliğin yaradılış kodları içerisinde bulunan topluluk refahı, tek pazar ve özgürlüklerin korunması konularını ikinci plana itmiştir. AB’nin ön plana çıkardığı konularda bile başarısızlıklar sergilediği düşünüldüğünde, aslında bu yaşananların pek de sürpriz olmadığı da görülecektir.

 

Koronavirüsün AB açısından bir varoluşsal kriz anlamı taşıdığı söylenebilir. 80’li yıllarda Avrupa entegrasyonunun mimarlarından bir olan Jacques Delors, COVID-19’a karşı verilen yetersiz tepkinin ülkeler arası dayanışmaya zarar verdiğini belirtmiş ve bunun AB için ölümcül bir darbe olabileceği konusunda uyarılarda bulunmuştur. Salgın şu an en çok tek pazar ekonomisini, Avrupa insanının ekonomik ve sosyal özgürlüklerini sarsmaktadır. Bu gibi değerlerin AB markasının dış dünyaya sattığı temel ürünler olduğu da göz önüne alınırsa, bunların kaybı direkt olarak birliğin varoluş nedenini etkileyecektir. 2009 yılında Euro alanında yaşanan finansal krizde de benzer bir varoluşsal kaygıyı yaşamış olan AB’nin, geçtiğimiz on yıl içerisinde bundan bir ders çıkarmaması ise büyük bir hayal kırıklığıdır. Bu bağlamda AB’nin son perdede yaşadığı sorunları üç başlık altında tanımlayabiliriz: Hazırlıksız yakalanma, kriz yönetememe ve potansiyel riskleri doğru okuyamama.

 

Yukarıda da bahsedildiği üzere krizin başlangıç günlerinde AB gündemi Yunanistan-Türkiye sınırında yaşanan mülteci akını ile meşguldü. Charles Michel ve Ursula Von Der Leyen her iki ülke arasında anlaşma ararken, Avrupa Komisyonu Çin üzerinden gelecek virüs konusunda AB liderlerini uyarıyordu. Nitekim, neredeyse Mart ayına kadar ne AB temelinde ne de ülkeler bazında bir önlem mekanizması kurulamadı ve ortak bir plan geliştirilemedi.

 

Tıpkı ABD’nin gösterdiği irrasyonel tepki gibi konuya Çin Halk Cumhuriyeti’ne özgü bir hastalık olarak yaklaşıldı. Nihayet Mart ayında İtalya ve İspanya’da artan vaka sayıları ile birlikte bir kıpırdanma yaşansa da; etkinliklerin iptal edilmesi ve okulların kapatılması, uçuşların sınırlandırılması ve karantina süreçlerinin başlaması konularında üye ülkeler farklı ve birbirlerinden uyumsuz bir süreç işlettiler.

 

Politico’dan David Herszenhorn ve Sarah Wheaton’ın haberine göre, ilk tepkiler virüsün Avrupa içerisindeki yayılımını engellemek yerine üyelerin vatandaşlarını anavatana geri getirmesi oldu. Oysa süreç bütün üyeler ile koordineli bir şekilde ortak planlama ile ilerletilebilirdi. Fakat ne Avrupa’nın kriz önleme mekanizmaları uyarılara rağmen harekete geçebilmişti ne de yeterli sağlık ekipmanının üye ülkelere ulaştırılması gerçekleştirilebildi. Benzer şekilde, mülteci krizinde yaşandığı gibi sınırlar ortak bir AB kararı olmadan düzensiz bir şekilde kapatılmaya başlandı. Uzun yıllardır sağlığa yapılan yatırımlar ise kapasitenin aşımı dolayısıyla arka planda kaldı. Tüm bunların bedeli ise üç üye ülkenin sağlık bakanının bu kısa dönem içerisinde görevinden ayrılması oldu. Hazırlıksızlığın ve ortaklar ile iletişimsizliğin zirve yaptığı durum ise ABD Başkanı Donald Trump’ın AB ülkelerinin görüşünü bile almadan seyahat kısıtlaması getirmesiydi. AB ülkelerine kısıtlama getirilirken, ABD-Birleşik Krallık hava yolunun bir süre daha açık bırakılması da bu anlamda bir siyasi mesaj olarak algılanabilir ve bir kez daha buradan AB-ABD ilişkilerinin de ne kadar sorunlu günler yaşadığı vurgulanabilir.

 

Yazının devamını okumak için tıklayınız